Huzurun Fiziksel Hali

Bedeninle bir denge kuracaksın. Bedeninde bir denge kuracaksın. Bedenin sensin. Nasıl ki iç dengeni sağlamak, yani huzurda olmak konusunda hem fikiriz, bedenine de bir huzur getireceksin.

 

Sürekli nefes alırsın. Bazen nefesini tutarsın, bazen nefes nefese kalırsın ama sonunda ortalama bir hızda devam eder nefes alış verişin; nasıl ki bazen aç bazen susuz kalırsın ama yersin içersin yeri geldiğinde; nasıl ki teninin rengi değişir; nasıl ki kolunu kaybedersin ama yaşamına tek kol üzerinden bir denge getirirsin; nasıl ki felç olursun tek gözünü kırparak iletişim kurmak için kullandığın göz kapağın hayatının devamı olur; ama hep bir şekilde yaşamaya devam edersin, intihar etmezsin, depresyona girmezsin; ama yaşamında bir denge kurarsın.

 

Bu bedeni, bu ruhu ve, tekrar; konumuz olan bu bedeni bir dengede tutmak zorundasın. Ölürsün. Gün gelir bu beden ölür. Sonrasının olup olmadığı sadece bir soru işareti ama o noktadan önce yaşamın bu beden içinde.

 

Çürümekte olan bir beden içinde yaşarken ruhsal huzur ve denge mümkün olabilir mi?

Huzurlu Yaşam İlkeleri

1) Sürekli bir acele. Nereye yetişiyorsun? Niye koşuyorsun? Bilmiyor musun sen koşsan da koşmasan da hayat kısıtlı, yetişemeyeceksin hiç bir yere. Bak, “yetişeceklerini” yok et, çıkar hayatından, bir de öyle dene, çok rahat edeceksin.

2) Garanticilikten emekli ol. Neyi garantiye alacaksın? Bir et, ot parçasını koy bakalım bir yere, hemen çürüyor o da, biliyorsun. Temiz hava dediğinde bile çürükçül, ölümcül, bakteriler var. Bu yazıyı okurken bile, bilgisayarının patlaması, deprem olup evinin yıkılması, komşu uçak devletlerinin bombalaması, başka gezegenlerin senin gezegeninle çiftleşme ihtimali ve bunun gibi sonsuz tane ölüm çeşidi var seni bekleyen. Hemen şu andan bahsediyorum. Ama yaşaman için… Hiç bir neden yok! O zaman yaşa, garantilemeden, sadece yaşamak için yaşa. Keyfini çıkar, çünkü yaşamının, hatta Dünya’daki yaşamın, hatta Dünya’nın bile evrenin sonsuzluğunda hiç bir değeri yok. Evrenin sonsuzluğunda ölebilirsin. Korkma. Rahat ol. Yaşa.

3) Sen bu iki kuralı uyguluyor, keyfini sürüyor olsan bile, çevrendeki garantici koşuşturma bir yerden sonra seni aşındıracak. Ufak ufak fark edeceksin. Bu  az da olsa seni rahatsız edecek. Ve oturup, benim gibi, bu insanlara mesajlar yazacaksın, değiştirmeye çalışacaksın salak salak. Niye? Çünkü dünya kalabalık artık. Ve git gide daha da kalabalıklaşıyor. Ve bu kalabalık senin huzurlu ortamını sigorta şirketleriyle doldurmaya çalışıyor. Hatta bazı akıllılar bunu senin iyiliğine olduğunu sanıyorlar! Bu durumda, ilk iki kuralı uygulasan bile, huzurunun önünde bir engel nedeni daha kalıyor: Kalabalık.

Kafana göre, keyfine göre, bir günlük, bir saatlik, bir kaç dakikalık hormon patlamana göre çocuk yapma. Neslin devam edecek diye de çocuk yapma. Varlığının önemsizliğinden konuştuk az önce, nesil, soyad diye şeyler yok. Yeterinden fazla insan var zaten bu dünyada. Hepsi de sigortacılık yapıyor zaten.

Çocuk yapma, çünkü çocuk yapmak otomatik olarak seni sorumluluklara bağlayacak ve seni de sigortacı yapacak. Huzurunu alacak. Çocuk yapma. Ne olacak? Çocuk büyüyene kadar o sigorta şirketinden bu sigorta kurumuna koşup duracaksın. Hatta belki ufaklık davayı anlayacak, “Yeter!” diyecek, kendini, çevreni sıktığın yetmeyecek, keratayı da boğacaksın. Sırf ona ilk iki ilkeyi öğretmeye, o ilk iki ilkeyle yaşamaya hazır hale getirene kadar, kendin o ilkelerden çıkacak, çocuğu sigortacıların klimalarında zaatüre yapacak, hatta belki çocuğu da bu ilkelerden soğutacaksın, çocuk marul olacak. Ve bu saçma paradoks nesiller boyunca süre gelip duracak. Madem öyle, madem bu hepimizin anılarında yer etmiş bir sıkıntı, niye bunu devam ettiresin ki? Sen çektin başkası çekmesin bari. Yada çeksin, kimin umurunda…

Değersizliğimiz kadar değerliyiz,

Tadını çıkaralım.

Sonra da ölüp gidelim.

Bu kadar.

Not: Şimdi aradan bazı sigorta müfettişleri, sözcüleri ve veya güvenlik görevlileri çıkıp da, “Birader, herkes böyle yan gelip yatsa, sen hayatta olacak mıydın?” temalı diplomatik ve sıkıcı söylemlerde bulunabilir. Cevabım şu “Bu hayatta oldun da ne oldu? Hayat var oldu da ne oldu? Hiç bir bok olmadı. Ölüp gideceğiz işte birader.”